9 Ekim 2011 Pazar

Umutsuz Ev Kadınları/Desperate Housewives

Diziyi izlemeden önce çok önemli bir adım olduğunu düşünüyordum. Ama pek te beklediğim gibi çıkmadı... Bunun nedeni sadece kültür değil, insanların anlayış farklılıkları. Herneyse öncelikle karakterleri ele alalım.

Gabrielle; ex model. Taş gibi kadın afedersiniz. Eva Longoria yakışıyor bu karaktere kesinlikle... Her erkeğin hayali falan felan. 

Zeliş; model olmaya yakınlaşmışken evlenip bu uğurdan vazgeçen bir kadın. Evrim Solmaz'ı kötüleyemem. Çok güzel bir kadındır, çok iyi bir oyuncudur ama bence böyle bir role daha ateşli ve daha güzel bir kadın getirilmeliydi. Mesela Sevil Uyar daha iyi olurdu. 


Bree; tam bir ev kadını. Marcia Cross'un güzelliğiyle bütünleşiyor... Muhteşem görüntüsünün yanında marifetli, örnek bir anne. Ama kıymeti bilinmiyor. 
Nermin; kendini evine adayan, tedbirli ve ailesine düşkün bir kadın. Bennu Yıldırımlar zaten kendisini Yaprak Dökümü'nde kanıtlamış, Türk halkının gönlünü kazanmıştır, aynı zamanda benim de. İyi bir oyuncudur ve rolüne yakışmış. Zaten ondan iyisi olamazdı. 
Lynette; 4 çocuklu bir ev kadını. Bilirsiniz tek çocukla bile başetmek zordur. Felicity Huffman'ın olması ayrı bir keyif katıyor bu trajikomik karaktere. 
Elif; 4 çocuguyla başetmeye çalışan tatlı ve güzel kadın. Belkide Ceyda'nın Felicty'den daha genç olmasından dolayı avantajlı. (Sanırım Ceyda 30, Felicity 43 falan.) Lynette soğuk bir karakter, ama Elif daha sıcak daha sevimli (ki bunda Ceyda Düvenci'nin güzelliğinin etkisi de var.)
Susan; aşkı arayan bir kadın. Teri Hatcher yaşına rağmen çok güzel bir bayan. Ve oldukça güzel performans sergilemekte.
Yasemin; kocasının aldatışından sonra yıkılmış, kendisini 1 senede kızının yardımıyla ancak toparlayabilmiş, ama yıllara meydan okuyan bir güzelliğe sahip olan kadın. Songül Öden'den başkası düşünülemezdi heralde bu rol için... Oldukça iyi.  
Edie; erkek avcısı. Nicolette Sheridan fenadır... 
Emel; aşk arayan yalnız kadın. Özge Özder Nicolette kadar ateşli olmasa da karaktere yakışıyor...
Mike; Susan'ın kalbini çalan, yalnız ve yakışıklı bir erkek. James Denton yaşına rağmen oldukça yakışıklı bir adam ve rolünün hakkını veriyor.
Sinan; Yalnız ve gizemli bir adam. Serhat Tutumluer yakışıklı bir adam ve iyi bir oyuncu olmasına rağmen biraz daha yaşlı kaçıyor...
Carlos; maço bir adam. Gabrielle'in kocası. Ricardo Chavira'nın performansı iyidir. 
Kudret; kıskanç bir adam. Cenk Ertan yakışıklı bir adam ve iyi bir oyuncu fakat buna rağmen bu role yakıştığını düşünmüyorum. Biraz daha sert bir adam daha uygun olabilirdi.










  Böyle güzel bir dizinin bizim ülkemize uyarlanması heyecan verici olsa da bazı aksaklıklar da dikkatimi çekti.  

  • Özge Özder Nicolette kadar ateşli olamasa da gayet güzel bir bayan. Ama şöyle mantıksız bir durum var... Edie rekor peşinde ve biraz daha rahat diğer kadınlara göre. Ama Emel? Aşk arıyor. Ve o yüzden böyle giyiniyor? Biraz saçma geldi bana.
  • Carlos. Her ne kadar sağlam bir karakter olsa da karısı tarafından aldatılıyor. Ama dizide aldatan Kudret oluyor? Yani bu Türkiye'de aldatan erkekler olur mu demek oluyor? Bunu da anlamadım. 
  • Gabrielle eski model iken Zeliş'in zeytin güzeli olması... Sanki ülkemizde hiç manken yokmuş gibi, güzel kadınlar basit yarışmalarda seçiliyormuş gibi... 
Genel olarak iyi bir dizi. Ama bu 3 mesele canımı sıktı ve soguttu beni diziden. Tamam biz orjinalinin çekildiği ülke kadar rahat bir toplum değiliz ama... Böyle bir diziyi uyarlıyorsan biraz daha cesur ve biraz daha çekici yapmalısın.

Hayat Güzeldir/Life is Beutiful


Evlat sevgisi nedir? Bir baba oğlu için nelere katlanabilir? Peki ya bir çocuğun dünyası... Saf kalbi ve hayata baktığı o açı... Bir adam var bu filmde, benzersiz. Harika bir aşık, mükemmel bir koca ve en önemlisi eşsiz baba! Biraz muzip, biraz saf. Sevdiği kadınla evlenmek her erkeğe nasip olmaz. Helede imkansızlıklar içerisinde. Böyle bir adamdı Guido. Günlerden bir gün kapıları çalındı. O KARA LİSTEDE adları vardı oğluyla. Bu liste ne listesi peki?  Yahudileri işkence için toplatan, yaşlıları ve çocukları diri diri yakan, insandan sabun yapan Nazi'lerin oluşturduğu liste. Ölüm listesi bile hafif kalır! Ve apar topar alıp götürüldüler... Ama o listede kadının adı yoktu. Peki bi kadın katlanabilir mi sizce? O annelik duygusu, içinde taşıdığı o yüce aşkıyla kalabilir miydi? Elbette hayır. O da gitti kocası ve oğluyla. Kadınlar ve erkekler ayrı bölümlerde olduğu için göremedi onları, ama evde çaresizce beklemekten iyiydi ona göre! Babamız öyle bir baba ki, çocuga o acıyı hissettirmemek için bir insanın elinden gelen çabayı fazlasıyla gösterdi! Herşeye katlandı, ağır yükler taşıdı, dayak yedi. Ama herşeye rağmen oğlunun o küçük dünyasını yıkmamak için bir insanın hayalgücünün ötesini gösterdi bize... Her baba aynı değildir elbet. Ama bu... Eşi olmayan bir insan...  Öyle bir filmdir ki, insanı derinden etkileyen. Öyle bir filmdir ki bu, insanın gözyaşlarına engel olamadığı...

Turkish Exorcist


Boktan bir film. Kusura bakmayın böyle başladığım için ama öyle. Korkunun bugünlerde komediyle karıştırılmasından şikayetçi bugünlerde korku filmi tutkunları... Evet bu film o konuda bir ilk.
Bundan utanıyoruz halk olarak, haklıyız da. Türkiyenin 2. korku filmi, ama nedense hiç korkutmuyor. Aksine "Biz Türk'ler bu muyuz abi ya?" dedirtiyor.  Türk filmi olduğu için The Exorcist'teki sembolleri İslam'laştırmışlar. Zemzem suyu, Kur'an-ı Kerim vs. Bu konulara diyeceğim birşey yok. Elbette kültür farklılıkları olur ama... Bir orjinaline bakıyoruz en iyi korku filmi olmuş, kültler arasına girmiş. Bir de bizim çektiğimize bakıyoruz... Tamamen saçmalık. Ama kesinlikle dinimizle alakası yok saçma olmasının! Tamamen yönetmenin kalitesizliği... Ama Canan Perver'in rolünün hakkını verdiğini söylemeden geçemeyeceğim... Belki biraz daha özen gösterilse bu filme, belki biraz daha çaba harcansa güzel bir film olabilirdi. En azından video sitelerinde yabancılar bizimle dalga geçmezdi!! Ama Canan Perver'in göz alıcı güzelliği için izlemek isterseniz, bir şey diyemem.

Amerikan Güzeli/American Beauty


Hayat nedir? En güzeli nedir? Fütursuzca yaşanan mı yoksa monotonlaştılıp sıkıcı hale getirilen mi? Bunların cevabını vermek gerçekten çok zor. Çevremizde bir takım insanlar var. Hayatı anlamaya çalışan, yaşamaktan sıkılan, dertlere boğulmuş, içindeki bazı hisleri bastıran ve böyle kendini ispatlamaya çalışan ve örnekler gitgide artabilir. Herkesin aynı olmadığını biliyoruz. Fakat bilmediğimiz şu: Neden? Bu hayatta neiçin varız, amacımız ne? Eviyle işi arasında mekik dokuyan bir adam/kadın olmak mı? Yoksa kendini üstün göstermek için veya kolay lokma olmadığını ispatlamak için sert görünen bir insan olmak mı? Bazı insanların kabullenemediği veya korktuğu şeyler vardır. En basiti, eşcinsellik. Bir eşcinseli eşcinsel olduğu için öldürmek Nefret Suçu'na girer, ama eşcinsel sandığı için öldürmek nedir peki? Tarifi zor. Kabullenemediği hisleriyle bir baba görüyoruz. Veya kabullenmek isteyipte başaramadığı. Düşünün. Oğlunun eşcinsel olduğunu sanıp acı çeken ve bunu dışa vurup canlar yakan acımasız biri. (Toplumuzda böyle tipler vardır ve hep var olacaktır. Kusura bakmayın ben bu tiplere insan demiyorum.) Ve bir çocuk... Annesi takıntılı, babasından ise yeteri sevgiyi görememiş ve bu yüzden psikolojisi bozulmuş bir çocuk. Ve bir aile... Sıkıntı yaşamına katlanan bir adam ve kadın. Ailesinden şikayetçi liseli bir kız.Hayat onları bir şekilde yanyana getirdi, hemde hiç unutamayacakları bir biçimde. Bazı yanlışlıklar oldu hayatlarında ve tabi yanlış anlaşılmalar... Tabii bu değişikliğin en önemli etkeni sıradanlıktan sıyrılmaya çalışan küçük bir liseli kız oldu... Angela. Hayattaki karmaşıklıkların suçlusu biziz belki de? İyisiyle kötüsüyle bir şekilde yaşanır gider. Ama önemli olan şudur ki, ister iyi ister kötü olsun hayatı ölçülü yaşamak gerekir. İnsanların zaaflarına yenilmemesi, veya kendini gerektiğinden fazla kasmaması. Sizden istediğim bir şey var, bu filme tek bir taraftan bakmayın. Onları anlamaya çalışın ki göreceksiniz neyin doğru neyin yanlış olduğunu.

No Woman No Cry'ın Anlayışımla Tuhaf Bağlantısı



Herkes mutlaka dinlemiştir No Woman No Cry'ı. Bir de NINA SIMONE'den dinleyin... Bambaşka gelecektir eminim. Hep Bob Marley özentiliği vardır aslında içimizde, ki G.O.R.A'nın etkisiyle. Bir de toplumumuzun etkisi...   Hala toplum olarak No Woman No Cry'ın anlamını hala "Kadın Yok Ağlamak Yok" sanıyoruz. Tabiki biraz ingilizce kıtlığıda baharat olup üzerine ekleniyor.  Herneyse. Anlamını söyleyeyim de sizde daha fazla merakta kalmayın. Anlamı "Hayır Kadın Ağlama"dır efendim. Bundan bir kaç yıl önce bende böyle zannetmekteydim. (14 yaşındaydım.) Sonra mağlum o yaş civarında beyniyle cinsel organı yer değiştiği için kadınsız bir dünya düşünemiyordum. Bu şarkı dikkatimi çekti. Dedim gay mı bu adam? Lan niye kadın yok ağlamak yok desin? Sonra nefret ettim falan. Çocukluk işte. Belgin hocam vardı, ingilizceci. Çok yakındık severdik yani birbirimizi... Hatta hala hayatta en sevdiğim hocalardan biridir. Dedim "Hocam bu adam ne diyor? Bir de utanmadan herkes bu şarkıyı dinliyor!" Onun bana söylediği ise, "Şahin. Bu adamın söylediği şeyin eşcinsellikle bir alakası yok. Şarkıda bir kadına ağlamamasını söylüyor. Eski günleri hatırlamasını." Tabi nüfusu büyük beyni küçük bir şehirde yaşadığım için bende o zamanlar biraz homofobiktim. Bu yüzden de bir nefret vardı içimde. İnsanların ne olursa olsun koruması gerektiğine inanıyordum düzeyini. Taa ki bir arkadaşım bana eşcinsel olduğunu açıklayana kadar. Dost nedir? Eşcinsel olduğu için bir kenara atılır mı? Benim için hayır, gerçekse. Sonra hayatlarını falan araştırdım vs. Kimisi diyor doğuştan, kimisi diyor hastalık değil. Gözlerimle görmeden inanamazdım. Gerçek bir eşcinselle konuşmadan. Arkadaşımı saymıyorum. Nedeni ise onu zaten tanıyorum... Benim için mesele olayın genelini araştırmaktı. Facebookta gay grupları vardır. Magazin cart curt. Kaos GL falan felan. İyice araştırdım. Çok tuhaf geldi bana bu. Anlatamayacagım kadar tuhaf. Hayır iğrenç değil, sadece tuhaf. Şöyle şeyler gördüm akılalmaz... Sabahlara kadar sevişirim diyen adam 5 dk dayanamıyor ve çatır çatır sex yapıyor. Benim için dostluk önemlidir diyen gidiyor arkadaşının sevgilisini ayartıyor. Dedikodu yapıyor, iftira atıyor. Sonra diyorlar toplum bizi neden kabullenmiyor. Siz önce kendinizle barışmayı, hayatı dengelemeyi öğrenin! Ondan sonra kabullenilmeyi bekleyin... Hoş insan haklarının bile doğru düzgün işlemediği bir ülkeden Eşcinsel Haklarından bahsetmek te ayrı bir ironi.  Ama şu da var ki, ben gayleri severim... Sevmediğim insanlar; ibneler. Bu ayırımı iyi yapmak gerekir, insanları iyi tartmak... Unutmayın ki insan kendini ele verir, er yada geç. Dostu kardeşi iyi seçmek gerek her ne olursa, her kim olursa. Nina Simone insan hakları savunucusudur. Ama eminim bu ibnecikleri savunmazdı. Çünkü onun çok iyi bir kalbi vardı, çok yüceydi. Rahat uyusun. Herkes farklı bir pencereden bakar hayata, kimi iyi kimi kötü. Karakterini kendisi seçer, dinini seçme şansı oldugu gibi. Ama dikkat etmeliler... O cam çerçeve dağılmasın. ;)